Çoğumuzun yaz tatilinden beklentisi dilediğince uyuyup güne başlamak için acele etmemektir. Bu konsept aslında bize çok uygun, hatta aklımıza yaz tatili kavramına bundan daha uygun bir durum gelmiyor. Ama gel görelim ki; bu mayışık, tembel hayvan misali bünyemizde kahvaltı deyince akan sular duruyor. Alaçatı sokaklarında sabahın 10unda ordan oraya guruldayan karınlarla ve akan salyalarla koşan gözü de, gönlü de, karnı da herbir yeri aç iki zavallı gördüyseniz; onlar bizdik, biziz, her zaman da biz olacağız. Bu kahvaltı işini o kadar sahiplendik ki, millet happy hourlar için 2-3 gün önceden bistro rezervasyonu yaparken, biz gideceğimiz kahvaltı mekanlarını çoktan listeleyip yerimizi ayırtmıştık bile. Siz "yav böyle abartmaya gerek var mıydı rez mez" demeden biz söyleyelim, HAYIR YOKTU ve EVET BOŞUNA YAYGARA KOPARTTIK. Rezervasyon alan yerler zaten büyük alana sahip olan yerlerdi, bu yüzden rezervasyonsuz gidilse de yer bulunabilirdi. Ve rezervasyon almayan yerler de sürekli bir müşteri sirkülasyonunun döndüğü, kahvaltısını bitirenin efendice hesabını isteyip kalktığı, sırada bekleyenlerin gözüne baka baka 6. bardak çayıyla sigara keyfi yapmadığı; dolayısıyla en fazla 10-15 dakika bekleyip oturulabilecek yerlerdi. Neyse, uzun bir girişle karnınızı acıktırdıktan sonra, gelelim bu tatil matil demeden sabah 9'da uyanıp bir an önce kendimizi oraya atma heyecanını bize bahşeden mekanlara.
Sıralamayı en az beğendiğimizden, en çok beğendiğimize göre yaptık ki sona geldikçe iştahlar iyice açılmış olsun.
Sakız Reçeli Alaçatı
Aslında burayı en sona koymak bizi inanılmaz üzdü, çünkü giderken beklentilerimiz çok üst bir noktadaydı. Burda bir dipnot geçmem gerekiyor ki sonradan "vay terbiyesizler, o beğenmediğiniz kahvaltıyla bir aile geçinir, ne var bunda beğenilmeyecek sizin de burnunuz çok havada" falan olmasın: 22 yıllık dünya simülasyonunda oldukça fazla kahvaltı quest'i açtık, çıtayı aldık atmosferin dışına fırlattık, çok kahvaltı ettik, çok kahvaltı ettirdik; bu yüzden de özellikle o bölgedeki kahvaltıcılar arasında sınırladığımız bir listenin her birinden hem sayıca hem lezzet olarak bir fazlalık bekliyoruz. Burda gelip size ortalama bir kahvaltıyı anlatacaksak, neye yaradı bu platform. Biz istiyoruz ki size burda iyi bakılsın. Allaaaah, koptuk konudan. Ne diyorduk? Burası La Capria Suite Hotel bünyesinde yer alıyor ve gayet hoş dizayn edilmiş bahçesiyle, havuz başında size güzel bir atmosfer sunuyor. Zaten caddeden içeri ilk girdiğiniz andan itibaren, merak eder gözlerle inceliyorsunuz etrafı. Güzel bahçesini incelemekten fırsat bulduğumuz bir ara sipariş verebildik neyse ki. Biz menüden "Kritik Kahvaltı" diye bir şey seçtik. Oldukça "ortalama" bir kahvaltı geldi önümüze. Belki de 2 kişi olduğumuz için, en büyük ve 4 kişiye sunulan kahvaltısından sipariş edemedik diyedir bilmiyoruz ama kahvaltılıklar teker teker önümüze konmaya başlandığında fena gitmiyordu, ta ki garson "eveet bu kadar, afiyet olsun" deyip bizi hayal kırıklığı içinde bırakana kadar. Neyse dedik, bağrımıza taş bastık yemeye başladık. İçinde peynir tabağı, söğüş ve pişi dışında 8 çeşit kahvaltılık vardı. Bizi en çok üzen şey bu 8 kahvaltılıktan sadece bir tanesinin reçel olmasıydı. Ege kahvaltısı dediğimizde hepinizin bileceği üzere reçel en çok akla gelen ya 1. kahvaltılıktır ya da 2. Burada yancı görevi görmesi pek hoşumuza gitmedi açıkçası. Tatlara gelirsek, kötü değildi hiçbiri ama "offf şunu yedin mi bak bu çok iyi, allaaaah bu da neymiş böyle ya bi tane daha gönder ablana" dedirtecek de bir şey yoktu. Dediğimiz gibi ortalama bir kahvaltı, ortalama bir lezzet. En önemlisiyse SIRADAN EKMEKLER. Çıktığı kabuğu beğenmemek olacaksa da olsun! Yıl olacak 2020, hala sadece beyaz fırın ekmeği sunan ve bunu zorla müşterilere yedirtmeye çalışan müesseseler var. Biz de demiyoruz, tarihi bilmemne kuru fasulyecisinde ekşi mayalı ekmek yemek istiyoruz diye. Ama güzel bir tatil beldesinde, güzel bir mekanda, Türkiye'nin ve hatta dünyanın bir çok yerinden misafir kabul ettiğin mekanına da en azından, YA EN AZINDAN bir kepekli ekmek de olsa ekleyiver be kardeşim. Ekle de Canan Karatay fanı biz garibanlar da gönül rahatlığıyla yiyelim. Mecburen kahvaltı ederken yedik tabi ama her an bir yerlerden Sn. Karatay çıkıp azarı basıp yüzümüze kuyruk yağı fırlatacak diye de korkmadık değil. Sonuç olarak, beklentimizi başta bir hayli yüksek tuttuğumuzdan da olması muhtemel, oradan biraz buruk ayrıldık.
Bumba Breakfast Club
Burayı en altın bir üstüne koymak hiç içimize sinmiyor, çünkü oldukça memnun ve doymuş ayrılmıştık. Yine de bir sıralama yapmak zorunda olduğumuzdan (yoo hiç de öyle bir zorunluluk yoktu, kendi kendinize iş çıkarttınız), böyle olması gerekti. Burası rezervasyon almayan bir işletmeydi, ama hızlı bir sirkülasyonu vardı. Bu yüzden biz her ne kadar sıra beklemeden oturmuş olsak da (sabahın köründe uyanıp gittiniz başka ne olucaktı amaan siz de konuşmak için konuşuyosunuz), ordayken gözlemlediğimiz durum bu şekildeydi. Biz iki kişilik serpme kahvaltı sipariş ettik. İçinde bayyyaaa bir şey vardı, çoğu adını bilmediğimiz ve bütün kahvaltı boyunca "bunun tadı şeye benziyo hani şey şey, böyle ne biliyim biraz şey gibi bu" diye inanılmaz gurme sohbetlere neden olan "şey"lerdi. Çay sınırsızdı, hadi bu tamam hiç görmediğimiz bir şey değil. Ama PİŞİ VE BAZLAMA DA SINIRSIZDI. Masalar arasında dolaşıp tam adını bilmediğiniz "şey"leri ekmeğinize (farklı çeşitte ekmekler, bravo Bumba) sürerken, "pişi ister misiniz" diye sıcacık daha yeni pişmiş pişi ve bazlamaları tabağınıza koyan ve bunun karşılığında tek yanağı lokmanızla şişmiş şaşkın ama mutlu suratınızdan bir gülücük koparıp hemen yeni bir şeyler pişirip onları size sunmak üzere görevlendirilmiş (görevlerin en kutsalı budur) tatlı insancıklara burdan selam olsun. Kahvaltılıkların çeşitleri ve lezzetleri inanılmaz güzeldi. Demiştik ya, burası 3. sırada olmayı asla hak etmiyor. Buradan kendilerine tebriklerimizi, teşekkürlerimizi ve hatta minnetlerimizi yolluyoruz.
Tarla Alaçatı
Eveeet, bir önceki kahvaltıyla sizi yükseltip "bu kadar övdüler bundan iyi hala ne sayıcaklar yav" dedirttiysek sıradaki mekanla devam edelim. Burası yeşilliklerin arasında, "tarladan masaya" konseptiyle kocaman ve huzurlu arazisinde sizi çok güzel ağırlamayı ve güler yüzle uğurlamayı vaadeden inanılmaz güzel, tatlı bir işletme. Zaten bahçesine girdiğiniz andan itibaren güler yüzden başka bir şey görmüyorsunuz, hem çalışanlar hem de o güzel kahvaltıları tadan diğer müşteriler ortama çok güzel bir enerji veriyor. Kaldı ki bet suratlı çalışanlar, kavga-gürültü, bağrış-çağırış bile olsaydı; yine de burada bir şekilde huzuru bulurdunuz. Bir sürü ağacın altında gölgede kalmış masalardan birine otururken, garsona bu kadar büyük bir alanın her sabah dolup dolmadığını sorduk. Meğer, burası sadece kahvaltı hizmeti vermiyormuş, aynı zamanda akşamları açık hava sinema etkinlikleri oluyormuş. Aynı zamanda, çocuklarıyla gelen aileler için de çocukların oyun oynayıp koşabileceği bir alan haline de geliyor bu büyük arazi. Hemen en serpmesinden bir kahvaltı sipariş ettik ve beklemeye başladık. İnsan beklerken "bu kadar huzurlu bir yerde taş yesek şikayet etmeyiz heralde" diye düşünüyor ama gelen kahvaltı hiç de buna sığınmadan yardıra yardıra gelmeye devam ediyor. Tarla, "Reçelse alın size reçel" diyerek diğer mekanlara "kahvaltılara reçel gelecekse, onu da biz getiririz" mesajı veriyor adeta. Bir de üstüne şöyle bir şey yapıyor: Sundukları 10 çeşit reçelin hepsinin neli olduğunu bilirseniz, 2 kişilik açık hava sinema bileti hediye ediyor size. Az önce tat tahmin etme seviyemizin "şeye benziyo bu ya, şey gibi bi baksana"dan ileri gidemediğinden bahsettiğimize göre, bilet milet kazanamadığımızı bir daha belirtmeye gerek yok heralde. Zaten bilet olayın bahanesiydi, o inanılmaz reçelleri yerken tek düşündüğüm BİTECEK kaygısıydı. Ama bu tatlı, bu ponçik işletme napmış? Bütün reçelleri sınırsız yapmış. Kahvaltıya başladığımız anda masada olan reçel kaplarıyla, kahvaltı bittiğinde masada olanlar -artık anlamış olacağınız üzere- aynı sayıda değildi. "Sırf reçel mi yahu buranın alametifarikası derseniz, değil arkadaşım değil. Her şeyi kendileri üretip masaya getirdiklerinden midir, buranın enerjisinden midir, yoksa e şıkkı hepsinden midir bilmiyoruz ama yediğimiz her şey çok güzeldi. O kadar kopmak istemedik ki bu lezzetlerden, ayrılmadan hemen bi hediye paketi aldık kendimize. Bu hediye paketinde 4 tane istediğin küçük boy reçeli seçebiliyorsun. "Bir arkadaşa alıyoruz ya eheh" desek de döner dönmez o paketteki reçelleri kafamıza dikeceğimizi gayet de biliyorlardı.
Tabi döner dönmez kaşık kaşık yiyip bitirdiğimiz canımız hediye reçellerimizi unutmuyoruz.
ps: Hadi dipnot bağlamında bir kıyak da yapalım size: Bizce en güzel olanı yaban mersinli reçeldi. Kilo kilo alın, yoksa bitince bizim gibi çok üzülürsünüz.
Katre Kahvaltı
Sabahların sultanı ünvanını Seda Sayan'dan biri alacaksa burası alacak kardeşim! Burada başlayan bir gün kıyamet kopsa kötü geçemez. O ne biçim tatlar, o ne biçim servis. Siz napıyorsunuz burda ya? Bu ne hizmet bu? Kendimizi, allahımızı şaşırttınız bize be. En çok üzen de blogger olma sorumluluk ve bilincinde duyarlı ve okuyucularını düşünen tatlı kişiler olarak farklı farklı yerlerde kahvaltı etmemiz gerektiğini bilerek (bak yine kendi kendine yüklenmiş bi sorumluluk bak, kendinize iş çıkarmadan duramıyosunuz be amaan), burda bir daha kahvaltı edememek oldu. Yani nasıl anlatsak bilemiyoruz. Başında güzel güzel noktalama, anlatım bozukluğu vs. gözardı etmeden sakin sakin yazdığımız yazıyı; sonuna gelince sadece kafamızı klavyeye vura vura o kahvaltıyı düşünme isteğiyle, krizler içerisinde bitiriyoruz. Valla bi şekilde anlaycaksınız artık napalım, sevdaya zincir vurulmaz. Burası Evliyagil Hotel by Katre diye bir otel bünyesinde hizmet veren, havuz başında, 3-4 masalı bir kahvaltıcı. Zaman içinde bakmışlar ki kahvaltıda çığır açıyorlar, "biz en iyisi otelden ayrı olarak markalaşalım" deyip "Katre Kahvaltı" adını almış. ÇOK DA İYİ YAPMIŞ. Oturur oturmaz her zamanki gibi 2 kişilik serpme kahvaltımızı sipariş ettik. Bir şeyler geldi masaya ama "e tamam heralde hadi gömülelim" dediğimiz her noktada yeni lezzetler gelmeye devam etti. Biz de zor da olsa eğdik boynumuzu bekledik. Her şey tamamlanınca bir başladık yemeye, allahım o nasıl yemek. Masada sürekli mutluluktan japon anime karakterleri gibi kısılmış gözlerle ve istemsizce gelen "ağzımıza en çok lokmayı sığdırma challenge"ıyla birlikte kocaman olmuş ağzımızla gülümseyerek "ay bu çok gozol, bak bundon yedon mo" nidalarıyla harala gürele bir yeme söz konusuydu. Şimdi diyeceksiniz ki "yav baktık görsele, Sakız Reçeli'nde de aynı şeyler vardı, onu yerden yere vurdunuz da burayı niye övdünüz". Arkadaşım, sunulan kahvaltıda lezzet o kadar ön plandaydı ki; neyden kaç taneymiş, reçel az mıymış diye bakmaya ne ihtiyaç duyduk; ne de ne yalan söyleyelim aklımıza gelmedi. Sunum tabaklarından bile kalite akan Katre'den biz innnanılmaz mutlu; tabiri caizse karnımız tok, sırtımız pek ayrıldık.
Comments